top of page
kaankabukcu

Kaygı yeni Neşe'miz! (feat. Ergenlik) | Ters Yüz 2 (Inside Out 2)

İlk filmiyle de hem vizyonda hem de sonrasında izleyici üzerinde yoğun bir etki yaratan Ters Yüz ya da Inside Out’un yeni filmi geçtiğimiz haziran ayında vizyona girdi. Filmi izledikten sonra yoğun bir şekilde eksik kısımlara veya “tırnak içerisinde” olması gerektiği gibi olan kısımlara ne kadar çok dikkat ettiğimi fark ettim. Kendimce bu filme dair bazı fikirlerime paylaşamaya geçmeden, filmi izlemiş olanlarınızdan fikir ve önerilerinizi almak için bana farklı kanallar üzerinden ulaşmanızı, izlememiş olanlarınız içinse buradan sonra gelebilecek her türlü spoilerdan sorumlu olmadığım uyarısını yapmak isterim.


Film, Riley’nin zihnini yöneten duygular ve bu duyguların hem sosyal hem hormonel olarak Riley’nin tepkileri için ne kadar yetersiz kaldıklarını bize göstererek başlıyor. Yani artık Riley’nin küçük yaş çocuklarda gözlemlediğimiz güdüsel veya direkt duygulardan daha karmaşık ve değişken duygulara ihtiyaç duyduğunu düşünebiliriz. Bu doğal olarak ergenlik ve ergenlikle birlikte gelen hormonel değişimler, bilişsel yapının gelişimi, sosyal bağların önemliliğin artması, benlik ihtiyacı gibi birçok farklı açıdan yorumlanabilir. Belki de yorumlanmalıdır ama bu kısa vaktimde psikoloji dünyasındaki bütün verileri ne aktarabilmem ne de böyle bir yetkinlikte kendimi bulmam yakışı kalmaz. Üzerine daha çok konuşmak istediğim kısım, tıpkı filmi izlerken dikkatimi çektiği gibi eksik ve/veya tam olarak dikkatimi çeken parçalar.


Öncelikle beş temel duygu denilen Neşe, Üzüntü, Tiksinti, Öfke, Korku nun aslında ilk filmde bir arada olmadan yapamamaları ve duyguların karışabilen-dönüşebilen oluşumlar olduğuna dair çocuk zihninden hareketle çok güzel bir anlatı izlemiştik. Tabi ki insan bebeği büyüdükçe dil becerileri, zihinsel ve fiziksel kapasitesi, sosyal bağların kurulması ve toplum yapısına katılmaya başlaması gibi çok ciddi değişiklerden geçer. Riley bu değişiklik süreçlerine hem deneyimsel hem de bilimsel olarak bildiğimiz gibi tamda belirlenemeyen ve oldukça ani bir biçimde giriyor. Filmde peş peşe gelen dönütlerle ne yapacağını bilemeyen 5’li temel duygularımız “ergenlik” alarmıyla tamamen kendilerini kaybederler ve ne yapacaklarını bilemeden alarmı devre dışı bırakırlar. Burada yoğun bir şekilde değişikliğe karşı ne kadar direnmeye meyilli olduğumuzu çok net bir şekilde aktardıklarını düşünüyorum. Düşünün ki kendi zihnimizin içerisinde bile bir üzgün bir kızgın bir tiksinmiş bir mutlu hissederken, nerede nasıl duracağımızı, niye o an bize bunları hissettiren şey veya şeylerin bu kadar etkili olduğunu anlayamadan bir duygu fırtınasına çekiliyoruz. Filmde de Riley tam böyle bir anda temel duygularının “ergenliği bastırma” çabaları karşında hem yıkım ekiplerinin bütün işleyişi bir ergen gibi değiştirmelerine hem de duygu ailesinin yeni üyeleriyle tanışmak durumunda kalıyor. Bu duygularsa kaygı, gıpta, bıkkınlık ve utanç. Hem çizimleri hem tavırlarıyla çok hızlı bir giriş yapıyorlar. Dikkatimi çeken ilk şey buradaydı aslında. Birçok farklı gelişim teorisi ve kişilik teorisine göre insan bebeği aslında olmayanın peşinde veya olan potansiyelini çıkartma gibi yöntemlerle gelişir. En azından bugüne kadarki iddialar ve buluntular bu yönde. Peki madem insan olmayan bir şeyi elde etmeye veya olanı ortaya çıkarmaya doğru hareket ediyorsa, biz neden bazı hislere daha sonradan hissetmeye başlarız veya bir kez hissedince hep öyleymiş gibi gelir?Bunu açıklamak için nörobilimciler, gelişim ve bilişsel psikologlar farklı kollardan çalışmakta. Onlar belli kanılarda uzlaşana kadar çağrışımsal gitmekte bir sorun görmüyorum. Duygu dediğimiz şeyleri tıpkı Ters Yüz filminde resmedildikleri gibi karikatürüze ve bir arada var olan his veya hisler olarak tanımlayabiliriz. Yani üzüntü olmadan neşenin öneminin kalmaması gibi öfke de korkuya tiksinti de üzüntüye muhtaç. Bu muhtaçlık hali birbirleri olmadan var olamamalarından çok, insan zihni ve ruhsallığının ne kadar ambivalant yani ikircikli bir zeminde var olduğunun göstergesidir. Mesela çok aç olmadığınızda tok olma isteğiniz, açkenki halinizle aynı oranda mutluluk verici olmayabilir. Veya arkadaşınızın doğum gününe katıldığınız için geç uyumakla, aklınızda dönüp duran endişelerden uyuyamamak aynı keyif veya tatminde değildir. Duygular da tam olarak böyle bir zeminde oluşur, gelişir, canlanır ve yaşarlar.


Duyguların duygulara ihtiyacı olması kısmını geçebilirsek biraz da kaç tane veya ne oranda duyguya ihtiyacımız var kısmına gelebiliriz. Hepimizin bildiği psikanaliz kurucu ve kuramcısı Freud duygular, bastırılanları inkar edilenleri konversifleştirilenleri veya bedenselleştirilenleri olarak duyguları çok detaylıca incelemiş ve halen daha incelenmesine olanak sağlayacak kadar çok soru işareti ve spekülasyon bırakmış bir isim. Kendisi duyguların yaşam ve ölüm odaklı olarak ikiye ayırdığı zeminden, duyguların bazen yaşatan-yaşam veren libidinal, bazen de öldüren zararlı veya yok edici tarafları olduğunu savunuyor. Buradan yola çıkarak iddiasını bir üst seviyede cinsellik teorisiyle de birleştirerek kişinin kendi yapısı, mizacı, genleri, deneyimleri ve sistemlerinin bir bütünü sonucunda bu duyguların nereye nasıl yönlendirildiği, ne kadar bastırılıp bastırılmadığı, nasıl çıkıp çıkmadıkları gibi birçok açıdan kişilik yapıları ve psikopatolojileri açıklamıştır. Meraklısı yüksek lisans, psikanaliz derneklerindeki eğitimler veya yazılı kaynaklardan inceleyebilir. Velhasıl, duyguların bu ikircikli yapısı aslında bizi biz yapan en önemli etmenlerden birisidir. En basitinden aynı filmde bazı insanların ağlaması, bazılarının gözlerinin dolması ve bazılarının yoğun bir hisse kapılmamaları gibi. Bu ambivalans aslında ergenlik dönemindeki değişikliklerle başlayarak yarı kalıcı yarı gidici olan kişilik özelliklerimizin ani hormonel tepkilerle birleşimi gibi bir şeydir. Riley de her insan gibi bundan nasiplenmekte ve yeni duygularla tanışmak zorunda kalır.


Tabi bir çocuk filmi olduğu için ergenliğe geçiş aşamasının çok ince ve güzel bir şekilde işlenmesine karşın, film ergenliğin doğası diye adlandırabileceğimiz birçok kısmı da göz ardı etmekte. Riley liseye geçiş sürecinde fiziksel kusurlar, sosyal kaygılar, yalnızlık korkusu, başarı baskısı, hırs, arkadaşlara veda, hayranlık gibi çok fazla ve hızla değişen bir dünyanın içinde görüyoruz. Bu bana kalırsa filmin hem en güçlü hem de en çok eleştirilebilecek yanlarından biri. Cinsellik veya Freud’çu tabirle nesneye aktarılmayan bir libidinal enerjisiz ergenlik mümkün mü? Sadece eski kafa psikanalitik düşünmeden, kendi deneyimlerinizden yola çıkarak da bunu değerlendirebilirsiniz. Filmde cinselliğin vurgusu yok da değil. Gıpta nın girişi, beğenilerinin hep fiziksel olması, utanç ın Riley’nin hayranı olduğu biriyle konuşurken kızarması, kaygı nın sürekli beğenilmeyle ilgili endişeleri gidermeye çalışması gibi. Zaten benim de kendimce hem en güçlü hem en eleştiriye açık bulduğum tarafın bu olması da bundan geliyor. Çünkü ergenliğe geçişteki kaosu bedensel-sosyal-zihinsel zeminlerde çok kısa ve net bir şekilde aktarmış film. Ancak burada eksik olabilecek olan veyahut zihinde bütün bu duyguların aniden oluşmasına neden olan farklı hormonların gelişimlerinden bahsedilmemesi ve tam bu noktada filmin daha sportif bir zeminle sonuca bağlaması oldukça mantıklı bir bitiriş olmuş. Riley’nin filmde yalnız kalması ile yalnız kalmaktan korkması arasında Kaygı’nın bütün kontrolü ele aldığı, temel duyguların “bastırılmış duygulara” dönüştüğü, 3 günlük bir hokey kampında Riley’nin karakterinde sayısız değişimin gözlenmesi tam bir ustalık işi diyebilirim.


Sorumuza yani “biz neden bazı hislere daha sonradan hissetmeye başlarız veya bir kez hissedince hep öyleymiş gibi gelir?” dönecek olursak da şunu düşünebileceğimizi ve zannediyorum ki kafanızı biraz karıştırarak birazcık da açarak anlatmaya çalıştığım şeyi neticelendirebileceğimizi varsayıyorum. Bütün hisler baştan var mı yok mu, insan zihninin adım adım gelişimini konuşmak çok anlamlı gelmiyor şu noktada. Ancak unutmamamız gereken ve filmin sonunda da bize gösterilen çok mühim bir dönüş noktasıyla bu soruyu cevaplayabileceğimizi düşünüyorum. Bastırılan 5 duygumuz yollarını bir şekilde bilinçdışından Riley’nin karakterine doğru yapıp, kaygı’yı bir panik atak veya kaygı atağı noktasında yakalıyor ve durduruyorlar. Neşe’nin oradaki sahnede Riley’i eski karakterine sokmanın bir çözüm olmadığını, değiştiğini ve belki de değişmesi gerektiğini anlamasının çok dokunaklı bir tarafı var. Çünkü sadece 3-4 günde bile yaşadıklarından sonra Riley o günler olmamışçasına eski halinde olabilecek veya hissedebilecek bir konumda değil artık. Çok büyük bir değişiklik veya çok uzun süren bir durum olmasa da insan doğasının ne kadar ikircikli ve tutarsız ama bir o kadar da özgün ve dönüşen bir tarafı olduğunun kanıtı gibi. Neşe’nin bu hamlesi ile Riley aslında benliğinde Klein’ın (Freud’un devamında gelerek psikanaliz teorileri ve çalışmaları geliştirilmesinde önemli bir rol oynamış bir psikanalist) da iddia ettiği gibi, iyi ve kötü olan her parçasının bir arada, uyumlu-uyumsuz bir biçimde var olduğu bir benlik algısına bürünmesiyle sonlanıyor. Buradan sonra Neşe bir adım atmayı beklemez ve Riley’e üzülürken, Riley o anki hormonları mı, katartik kriz sonrası rahatlama mı, sporcu adrenalini mi yoksa benliğinde hissettiği ve anlamlandırılamayacak bir bütünlük hissinden mi bilinmeden Neşe’yi çağırıyor. Yani ergenlik dediğimizde aklımıza gelebilecek, filmin başından beri var olsa da bu kadar kendini buram buram hissettirmeyen otonomi veya özerklik-bağımsızlık artık devreye alınıyor. Riley, özerk ve bağımsız bir birey haline geliyor değil demek istediğim. Aksine Riley özerk bir birey olduğunun bilincinde olarak sadece güdüsel veya sadece çevresel olmayan, daha karmaşık ve bireysel kararlar alarak kendini sürdürmeye başladığının bir işaretini veriyor bize. Bu her mutlu hissetmek istediğinde Neşe’yi çağırabilir veya her istediğimizi kontrol ederiz gibi bir algıya da asla neden olmasın. Biraz önce de söylemeye çalıştığım şey buydu aslında. Riley o an Neşe yi çağırdı ancak bu üzüntü, korku, bıkkınlık veya utanç gibi başka bir duygu da çağırılabilirdi. Bahsettiğim bağımsızlık veya özerlik diyebileceğim şey, Riley’nin farkında olarak veya olmadan, Neşe’nin kontrol ettiği Riley’e ihtiyaç duyması ve onu çağırması. Bu herkesten herkese farklılık gösterebilir ve gösterecektir de. Zaten filmde iddia edildiği üzere hepimizin 5 temel duyguyla başladığı bu hayata, hepimizin ama genlerimizden ama yetiştirilme şartlarımızdan ama çevremizden ama öğrendiklerimizden ve en ama en önemlisi de kendimize özgü parçalardan yoğurularak bugün olduğumuza bildiğimiz, başkalarına benzeyen birçok yönü olsa da tamamen başkasının aynısı olmayan biricik insanlara dönüşmemizin sırrı da buralarda bir yerlerde yatyırodur.

Özetle Riley’nin duygularının karışması, değişikliklerde zorlanması, yeni duygular hissetmesi, duygularını bastırmaya başlaması, kinaye-dolaylama gibi farklı tekniklerle duygu regülasyonunu deneyimlemesi, adapte olamayınca yoğun bir kaygının içinde boğulayazması, oradan çıktığında da neşeli-mutlu bir Riley isteyen kendi kararlarını kendi almaya yatkınlaşan bir yetişkin olma yolunda bütün bu adımları hızla attığını izlediğimiz çok keyifli bir film. Puanım 8,4 çünkü neden olmasın?


"Inside Out 2" filminde Riley'in ergenlik dönemine girişi, onun kimlik arayışı, duygusal gelişimi ve sosyal ilişkilerindeki değişiklikler üzerine odaklanacaktır. Bu süreç, onun bilinçdışı arzularını ve içsel çatışmalarını su yüzüne çıkarırken, psikanalitik açıdan zengin bir analiz fırsatı sunar. Riley'in duygusal yolculuğu, ergenlik döneminin zorluklarını ve bu dönemdeki psikolojik gelişim süreçlerini anlamak için değerli bir perspektif sağlayacaktır.


Bitirmeden cinselliğin çocuk filminden dolayı vurgulanmayan ve göz ardı edilen bir yere konulmasını oldukça anlamlı buluyorum. Ancak çocuk cinselliği veya çocuklarda cinsellik gibi alanlarda çok uzun sürelerdir birçok çalışma, eğitim ve uygulama yapılıyor. Puan kırmamın en önemli sebebi Riley’nin hoşlantı/aşk gibi bir duygusunun ortaya çıkışıyla filmi bitirmemelerinden geliyor. Bir de önceki filme kıyasla bu filmin çok daha hızlı ve ani çatışma ve ani çatışma çözümü içermesinden dolayı kırdım. Zira bir önceki filmde giriş gelişme sonuç ekseninde inceleyebileceğimiz olaylar bu filme var olsa da daha konsantre ve sıkıştırılmış bir hava verdi bana. Ama bilemiyorum belki o gün biraz bıkkın veya biraz gıptalı bir yönetim altında bu filmi neden ben çekmedim düşünceleriyle yarı üzgün yarı yorgun izlemişimdir. Kim bilir!

0 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Freud Bağımlılığa Ne Derdi? | Trainspotting

Öncelikle filmi herkesin izlemiş olmasını ümit ederek, izlemediyse de bu bölümden sonra mutlaka izlemelerini önererek başlamak isterim....

Comentários


bottom of page