top of page
kaankabukcu

Robottan Anne Olur Mu? | Vahşi Robot (The Wild Robot)

Vahşi Robot halen vizyonda olduğu için izlemeyenlerin bu bölümden oldukça verim alacağını düşünüyorum. Film sinemalardan kalkmadan, bir de burada renklendireceğimiz psikolojik temelle izlemeye giderseniz çok daha keyifli olacağına eminim. Bu nedenle filmi izleyecek olanlarınız açıklamada belirttiğim süreden başlayarak sadece analiz kısmını dinleyebilirler. İzlemiş olanlarla her ne kadar anıları taze olsa da ufak bir yenileme ile başlamak isterim.


Filmimiz Rozzum 7134 adındaki bir robotun, veya kısaca Roz’un hikayesini anlatıyor. Bir kaza sonucu ıssız bir adaya düşen Roz, insanlara hizmet etmek ve istenilenleri gerçekleştirmek üzere tasarlandığı için adada kendi kendine işler arar. Doğadaki bütün canlılarsa onun büyüklüğü, ölmemesi veya sürekli dönüşebilmesinden korkarlar. Bir gün adanın ayısı olan Thorn’un saldırısından kaçarken bir ağacı ve üzerinde bulunan kaz ailesini öldürdüğünü görür. Geriye sağ kalan yumurtayı korurken, yumurta çatlar ve Brightbill dünyaya gelir. Bir tilki olan Fink’in yalanlarıyla da başlasa da Brightbill’in yemek yemesi, yüzmesi ve uçabilmesini kendisine görev edinen Roz, sonbahardan önce onu göç etmeye uygun hale getirmek zorundadır. Uzun bir süre hayvanlarla anlaşmak için gözlem yapıp dillerini öğrenen, barış ve çözüm yanlısı, herkesin destekçisi Roz, programlamasında olmayan anneliği öğrenmek zorunda kalır. Brightbill büyür ve ;Roz’un aslında ailesini öldüren kişi olduğunu görünce araları açılır. Daha sonra son bir çabayla ona uçmayı öğretmek için bir şahinden yardım isterler çünkü hiçbir kaz Brightbill’le konuşmuyordur. Bir şekilde bunu da öğrenip sürüyle uçup giden Brightbill Roz’a onu sevdiğini söyleyemez ve yarım bir mesele bırakır. Aynı şekilde onu sevdiğini söyleyemeyen Roz’da fabrikaya geri dönmekten vazgeçer ve Brightbill’i beklemeye koyulur. Bu sırada Fink ve diğer hayvanların başı çetin geçen kış yüzünden beladadır. Fink’in koku becerisiyle hepsini tek tek kurtarıp, Brightbill’i büyütmek için inşa ettiği eve getiren Roz, kapanmadan önce hepsinden barışçıl bir şekilde kışı bir arada geçirme sözünü alır ve uykuya dalar. Uyandığında bahar gelmiştir ve kaz sürüleri göçlerinden geri dönmektedirler. Koşarak Brightbill’i arar. Sürüyle uyumlandığını görünce ona ulaşmaktan vazgeçer ve geri dönmek için yardım sinyalini açar. Bu gelgitli iklimde tam fabrikaya geri götürülecekken, Fink Brightbill ile konuşması için onu çağırır. Daha sonra itaat etmediği için adada bir savaş ve yangın meydana gelir. Adanın tek bir yürek olmasıyla yangından da istiladan da kurtulan halkımız çok mutludur. Geri dönmek istemese de onu almak için tekrar tekrar geleceklerinden, adadaki bütün canlıların iyiliğini düşündüğünden Roz kendini teslim eder. Nasıl bütün anıları alındığında Brightbill’in sesiyle her şeyi hatırladıysa, başına ne gelirse gelsin onları unutmayacağını söyleyerek adadan ayrılır. Başka bir göç sırasında Brightbill Roz’un götürüldüğü yere sızar ve onu bulur. Robotik bir şekilde adını söyler ve sonra “ama sen bana Roz diyebilirsin” diyerek filmimiz sonlanır.

Zannediyorum ki çok uzun bir süredir animasyon izleyen biri olarak Coco’dan sonra her anlamda inanılmaz etkileyici bulduğum, çok gerçekçi ve çok hayali tarafları mükemmel bir şekilde harmanlayarak bize bir robotun anne olma, arkadaş olma, duygu hissetme, arzu gösterme gibi birçok yönünü nasıl geliştirdiğini, her şeyin programlanmamızdan ibaret olmayacağını ve içsel değişimin ne olursa olsun içeride bir yerde iz bırakıp gitmeyeceğini bize anlatan bir film Vahşi Robot. Benim de bir çocuk, bir terapist ve bir arkadaş olarak hissettiğim yerlere oldukça temas eden tarafları oldu diyebilirim. Başta da söylediğim gibi mutlaka ama mutlaka izlemenizi önereceğim bir film!


Her neyse ben lafı uzatmadan çağrışımlarıma geçmek isterim. Öncelikle bir robot olan ve yardım için tasarlanmış Roz’un soğuk-metalik-düz bir robottan, yalan söyleyen, anne ve arkadaş olan, duygu hissetme kapasitesi geliştiren ve herkesin sevgisini-saygısını kazanan bir yere gelmesi başlı başına harika bir hikaye. Sırf bu yönden düşündüğümde, Roz anneliğin sadece biyolojik olmadığı, anne işlevlerinin öğrenilen ve kazanılan beceriler olduğunu ve ebeveynlik rolünde olan birinin gittikçe daha karmaşık hale gelen bu durum içerisinde yaşayabileceği zorluklar, bıkkınlık, tükenmişlik, yetersizlik veya çatışma gibi hisler yaşayabileceğine dair bir karakter gelişimini gözler önüne sürer. Beni en çok etkileyen kısım da aslında bunların gerçekten etrafımızda görebileceğimiz anne-babalardaki deneyimlere ne kadar benzediği oldu. Her çocuğun, her aile yapısının ve her ebeveynliğin tutum, tavır, getiri ve götürüleri her zaman farklı olacaktır. Ancak biz psikologlar yıllardır insanı anlama çabamızla özellikle erken yaş gelişimi, anne-çocuk ilişkisi, insan gelişiminin köşe taşlarını bulma çabamız, bulduklarımızla daha genel ve “doğru” olduğunu iddia edebileceğimiz tanımlamalara girsek de Vahşi Robot buna hem paralel hem de çok zıt mesajla veriyor aslında. Evet, ebeveyn olarak bir rol üstlenmek, sorumluluk almak, bir kişinin yetişmesini takip etmek hem haz veren hem de zor gelen taraflara sahip bir süreç. Bunda teorik olarak psikoloji dünyasıyla film oldukça örtüşmekte. Ancak yakın zamanda araştırmaların yoğunlaştığı, ebeveynliğin ne olursa olsun mükemmel veya ideal olamayacağı gerçeğiyle de yapabileceğimiz bütün sınıflandırmaları, her ne kadar çocuğun iyiliği için olsa da ebeveynliğin bakım verirken zarar da verebilen tarafları olduğu ve ne olursa olsun bir anne ile çocuğunun ayrışması gerektiğini bize göstererek de birçok teoriye ters olarak okuyabileceğimiz mesajları da mevcut. Roz kesinlikle ideal bir ebeveyn değil ancak insana benzerliğini düşünerek birinin en olağan ve doğal ebeveynliğinin bir sembolü oluyor bizim için. Roz bakım veren rolüne adapte olarak ebeveynliği öğrenir çünkü bu programında yoktur. Bizim için de çok benzeri geçerli. Hiçbir kadın anne doğmaz, anne olur. O da isterse. Bu arada cinsiyetçi duyulmak istemem çünkü erkeklerin de anne rolü üstlenmeleri gereken çok fazla durum olduğunu ve günümüzde çocuk büyütme pratiklerinin artık anneden alınıp iki tarafa da eşit şekilde verilmesine doğru mümkün mertebe ilerledikçe, babaların da bunu ister istemez yapmak zorunda olduklarını belirtmek isterim. Bir dipnot; anne-baba derken hep işlevsellikten bahsediyorum. Burada kadın, queer, gay, lezbiyen ayrım yapmıyorum. Bunları biraz daha pozisyonlar olarak düşünebilirsiniz. Her neyse, bir diğer ebeveyn sorunsalı olarak Roz kendi ihtiyaçlarını, film ömrünü, özbakımını Brightbill’in büyümesi uğruna hiçe sayar. Bu ihtiyaçlar yok olmaz ancak Roz önceliği yavrusuna vererek, bir bakım verenin nasıl kendini ikinci sıraya koyacağını da bize anlatmış olur. Winnicott’un formüle ettiği üzere yeterince iyi anne olmak ve bir çocuğu veya ruhsallığı tutma kapasitesinin görselleştirmesini izleriz. Roz ne kadar çabalarsa çabalasın Brightbill ile anlaşmazlığa düşer. Onu ne kadar umursasa da bir kaz gibi onu besleyip büyütemez ve bundan kendisi küçük bir kaz olarak kalır. Aynı şekilde bir kazın doğasına inanılmaz ters olabilecek şekilde bir tilki ile arkadaşlık kurma gibi, doğasına uymayan beceriler de cabasıdır. Yine de elinden geleni yapıp, onun da diğer kazlara katılmasını sağlayabilmesi ise tam olarak yeterince iyi olmak değildir de nedir? Winnicott’un bu dilime hayli pelesenk olmuş kavramı, bir çocuğu veya bir başkasının ruhsallığını tutma-taşıma kapasitesi olmadan da mümkün olmayacaktı. Belki tasarımından ama Roz’un içerisinde tam bir kaz yumurtası saklanacak kadar bir boşluk olması, o büyüdüğünde kendi parçalarını söküp onu koruması da yine Roz’un ne kadar yoğun ve güçlü bir tutma kapasitesi olduğunun kanıtı gibi.


Son olarak ve belki de herhangi bir insan ebeveyni için en zor olabilecek olan şeylerden biriyse Roz’un Brightbill’in ayrılığını-bağımsızlığı desteklemesi, onunla ayrışmayı göze alarak büyümenin son aşamasında da ona destek olmasıdır diyebilirim. Bu kısım ayrıca bir çağrışım zincirine neden oldu. Bir başka psikanaliz ve psikanalitik kuram teorisyeni Mahler’in meşhur ayrılma-bireyselleşme teorisi filmin bu ebeveyn-çocuk ayrılığı kısmında bizi aydınlatabilecek bir pozisyonda. Teoriye göre 3 aşamada çocuğun hem simgesel hem de gerçek anlamıyla bir birey olması sürecinin aşamalarından bahsediliyor. İlk iki ayda Normal otizm dönemi denir ve çocuk bu dönemde kendini anneden ayrı göremez. O acıkır ve anne onu besler. Bu deneyimler bir bütün gibidir. İkinci aşama olan Normal sembiyoz 2-5 aylık arası dönemi kapsar ve bu dönemde çocuk kendi hala anneden ayrı göremez ancak ihtiyaçlarının onun tarafından karşılandığını kavramaya başlar. Bu da onda bir güven hissi yaratır. 3. Aşama olan ayrışma bireyselleşme aşaması kendi içinde dört adımdan oluşur ve 5.-36. Aylar arasında olur. Sırasıyla çocuk önce annenin ayrı bir varlık olduğunu fark eder ve emekleme gibi eylemlerle ondan fiziksel olarak bağımsızlaşır. Bu beraberinde ayrılma kaygısı da getirir. Sonrasında bu fiziksel ayrılıkla bebek etrafı keşfetmeye başlar ancak yine de annenin ona sunduğu güvenli alana ihtiyaç duyar. Diğer aşamada bebek, çevrenin geniş ve bazen korkutucu olduğunu fark eder ve anneyle duygusal olarak yeniden yakınlaşır. Bu aşamada, anneden bağımsızlaşmak isterken aynı zamanda güvenli bağa ihtiyaç duyar. Ondan uzaklaşsa da geri dönüp onun onayını aramak gibi düşünebilirsiniz. Son aşamada ise çocuk annesiyle olan duygusal bağını içselleştirir ve sürekli fiziksel olarak olmasa da kendi bireysel varlığını sürdürebileceğini kavrar. Bu Klein’ın teorisiyle de, Freud’un teorisinin öncesiyle de, Bağlanma teorisiyle de ve çocuğun fizyolojik gelişiminde olan nesne sürekliliği, emekleme, yürüme, konuşma gibi durumlarla da paralellik göstermektedir. Peki ben bu kadar niye Mahler anlattım? Çünkü bu gelişim teorisinin aşamaları çok değişkenlik gösterebilir ve herkeste farklı etkilere neden olabilir. Vahşi Robot’ta Roz-Brightbill üzerinden düşündüğümüzde de aslında kademe kademe bütün aşamaları görebileceğinizi için detaylıca anlatmak istedim. Gelelim bu gelişimin sonucunda olan, bunları da anlatmama sebep olan bağımsızlığın kabulü meselesine. Buradan sonra ebeveyn kelimesi yerine anneyi kullanacağım ki kulağınıza biraz daha az yabancı gelsin. Bir anne hamileliğinden başlayarak doğumu düşünmeyle aslında ayrılma-bireyselleşmeye dair çocuğa ilk atfını yapar. Nasıl doğacak, sağlıklı mı, adı ne olsun vs hepsi bu bireyselleşmenin kümülatif olarak ilerlemesine neden olur. Doğumla ilk ayrılık daha sonrasında da Mahler’in teorisine göre ruhsal bir ayrılık yaşanır. Aslında başından beri olan ancak çook ilerleyen dönemlerde anlaşılabilir hale gelen şey de hem annenin hem de çocuğun birbirlerine bağlı ancak ayrı olduklarını kabul etmeleri olacaktır. “Ne olursa olsun sen benim evladımsın” lafı tam da bu noktaya hedef alan bir ebeveyn lafıdır. Yanlış bir ifade de değildir ancak bu gibi ifadeler çocuğun ayrılma kaygısına, bireyleşme arzusu ve ihtiyacına bir saldırı gibi de yaşantılanabilir. Çocuk ne olursa olsun büyüyecek ve ayrılacaktır. Bir anne için de, bir anne-çocuk ikilisi için de en optimal olanı iki tarafın da bu ayrılığı kabul edebilecek bir ruhsal olgunluğa erişmesindedir. Roz bu konuda yıllardır yapılan araştırmaların sonuçlarını, hedeflerini, yaşantısal anlamda zor olan kısımlarını adım adım bize gösterir. Her bir aşamada Brightbill’in özgürlüğe yakınlaşmasıyla Roz biraz daha mutlu ve biraz daha hüzünlü bir yere doğru gelir. Bir robot olsa bile Brightbill ayrıldıktan sonra adadan gitmemesi, göç dönüşü için onu beklemesi Mahler’in Raproachment veya yeniden yakınlaşma adımının annenin ruhsallığındaki karşılığıdır. Çocuğu artık uçup gitmiş ve sürüye karışmıştır ama anne olmayı bırakmaya Roz hazır mı? Bunun cevabını veremediği için de sanıyorum adada onun dönmesini bekledi. Geri dönüp uyumlandığını gördüğünde ise bir ebeveynin çocuğu evden ayrıldıktan sonra hissettiğine benzer bir amaçsızlık ve boşluk hissiyle de kalakaldı. Filmin bu boşluğun dolmayacağı ancak kişilerin büyümeye yol açabileceğini, ayrılığın ve kaybın da tutulabilir-kapsanabilir deneyimler olduğunu göstererek bitmesi ise muazzam bir örnek teşkil etmeli diye düşünüyorum. Sevgili ebeveynler, ebeveyn adayları veya kendini ebeveyn hisseden herkes, bakımından sorumlu olduğunuz kişiyi korumaya çalışsanız ,sevseniz umursasanız, onun için en iyisini isteseniz de, karşınızdakinin de bir insan olduğunu, kendi istekleri, ihtiyaçları, hataları ve doğrularıyla kendine ait bir yaşam sürmesi gerektiğini unutmayın! Bunu kontrol etmek için çok basit iki soru sormak da yeterli olacaktır; bunu kendi ihtiyacım için mi yapıyorum, onun ihtiyacı için mi? Ben ne istiyorum, o ne istiyor? Bunların cevabının ayrılığını gördükçe eminim siz de çocuğunuz da bu ayrılma konusunda daha rahat ve güvende bir yere gelecektir.


Buradan lafı daha fazla uzatmadan kısaca Roz’un kendi hikayesinin bir terapist olarak bana çağrıştırdı ufak birkaç çağrışımdan da bahsederek sonlandırmak isterim. Duygu hissetme kapasitemiz nasıl gelişir ve insan değişebilir mi? Duygu hissetme kapasitemiz filmde Roz’un programlandığı gibi başlangıçta bizim genlerimiz ve mizacımızla ilişkili olarak başlar. Bunun geliştirilmesi ise hayatın, etrafımızın, bizim yaşadıklarımızın şekillendirmesiyle devam eder. Bir robot anne olabilir mi sorusunu çok güzel yanıtlayan bu filmle birlikte komplo teorileri kurmak yerine, biz kendimize neler çıkarabiliriz düşünmeliyiz. Duygu kapasitenizi her şeyle ama her şeyle ilişki kurarak ve her türden duyguyu hissetmeye izin vererek geliştirebilirsiniz. Birini sevin ve pişman olun, üzülün sinirlenin, sizi bıraktıktan sonra başkasını sevmesine şaşırın, kıskanın. Bir arkadaşınızla kavga edin barışın küsün…İnsan olmaya dair olabilecek herhangi bir deneyimi yaşamaktan kaçmazsanız ister istemez bu beceriniz gelişecektir. Eğer zorlanıyor veya bazı hislerden özellikle kaçtığınızı düşünüyorsanız da sizinle ilişki kurup, sizi anlamaya hazır terapistlerle çalışarak bunu geliştirebilirsiniz. Buradan hareketle de aslında ikinci sorum olan insan değişebilir mi sorusunun da cevabını vermiş oldum sanırım. Evet, insan değişebilir. Ama ne kadar, ne yöne, nasıl, ne zaman gibi soruları hepimiz için farklı olacaktır. Kendinize bir başkası kadar hızlı olmadığınız, bir başkasının sizden daha iyi olduğunu düşündüğünüz bir yerden haksızlık etmektense kendi kabiliyetiniz, istekleriniz ve sınırlarınıza saygı duyarak, kendinizi olduğunuz halinizle tutmaya çalışarak, bu değişim sürecine başlarsanız emin olun ki çok değişmeseniz de değişmeye ihtiyaç duymadığınız bir noktaya ulaşırsınız. Zannediyorum ki bir terapi süreci için de son tam buralarda oluyor. Danışanımız değişip geliştiğinde, farkındalık kazanıp daha iyi bir hale geldiğinde değil de; terapi ilişkisinden tıpkı bir anneden ayrılan çocuk gibi ayrılması gerektiğinde, geriye dönüp bakarak belki korkarak ama bir şekilde ilerlemeye de devam ederek.


Bende yarattığı bunca çağrışım şelalesine, uzun zamandır üstüne düşünmediğim bazı kuramlar üzerine tekrar bir şeyler okumama neden olmasıyla, izlerken bir saniye bile sıkılmamam, her replik ve olayın incelikle düşünülmesi ve bir robot üzerinden insana dair çok çok değerleri şeyler anlatmasıyla Vahşi robot bende bir 9.7 alır. Mutlaka ama mutlaka izlemenizi tavsiye ederim. Yapımından seslendirmesine, görselleştirmeden kurgusuna emeği geçen herkeslerin de ellerine sağlık!

0 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Freud Bağımlılığa Ne Derdi? | Trainspotting

Öncelikle filmi herkesin izlemiş olmasını ümit ederek, izlemediyse de bu bölümden sonra mutlaka izlemelerini önererek başlamak isterim....

Comments


bottom of page