Bu filmi izlemek için oldukça bekledim. Bunun da filmle ve filmin analiziyle paralel olabileceğini düşündüğüm bir tarafı var diye düşünüyorum. Baştan beri hem izlemeyi çok istediğim hem de fırsatım olsa da başka film veya dizileri araya aldım. Canım hem izlemek istedi hem de istemedi gibi bir şey sanırım. Bir şekilde konusuna dair olan önsezimde beni meraklandıran ama bir yandan da üstüne düşünmeyi istemediğim tarafları var sanırım. Bunu baştan belirtmek istediğim çünkü sonradan bahsedeceklerimle bir yere varacağım.
Film, Paris’te yaşayan ünlü bir yönetmen olan Tomas’ın filminin partisinde Agathe ile tanışır ve var olan ilişkisine rağmen geceyi kendisi ile sonlandırdığı bir açılışla başlıyor. Ertesi gün eşinin yanına döndüğünde utançtan veya suçluluktan çok heyecanla bir kadınla yattığını erkek arkadaşına anlatıyor. Buradan sonra Tomas’ın ani kararlarla bir kadın ve bir erkek sevgili arasında nasıl gidip geldiği, önceden de Martin’i aldattığı, ikisiyle de bir diğeri olmadan yapamadığı, çok problemli ve toksik ilişkilere girme maceralarını görüyoruz. Agathe’la olan ilişkisinde çocuk sahibi olmak, aileyle tanışmak, güvence vermek gibi konular çıktıkça Tomas Martin’e geri dönüyor. Ve ne zaman Martin’den sıkılsa, elde ettiğini hissetse veya aradığını bulamasa o zaman da soluğu Agathe’nin yanında alıyor. Verdiği sözleri tutamayan, fazlasıyla bencil ve narsistik eylemleri bulunan, zihnen ve ruhen çok dağınık görünen biri Tomas. Bu gelgitli halin sonucunda filmde poligamik veya 3’lü bir ilişkiye geçiş yapmaya çalıştıkları bir sahne görüyoruz. Burada çalan bir şarkının sözleri Tomas’ın bütün durumunun bir özeti gibi de. Kabaca çevirir ve özetlersek “herkes gidince ve şey bitince mükemmel bir gün yorgun bir kalbe ne getirebilir?”.
Herkesi onunla olmaya zorlayan Tomas’ın insanlar gittikçe ve bir şeyler bittikçe aslında kendi buruk ve kırık haliyle kalamadığını görüyoruz. Agathe’nin kürtaj yaptırması ve ondan ayrıldığı, daha sonra bir festivale gidecekken Martin’in özür dileme niyetiyle gittiği buluşmada bunu öğrenmesi ve Tomas’tan onun da ayrılmasıyla ilişkiler bir sonuca doğru gidiyor. Bu ayrılığı kaldıramayan Tomas, bisikletine atlayıp, Agathe’nin okuluna gidiyor ve onu Martin’le gidemediği İtalya gezisine, barışmaya davet ediyor. Agathe tarafından da reddedilen Tomas, okuldan çıkıyor ve saatlerce belki nereye gideceğini bilmeden, belki de gidecek bir yeri olmadan bisikletiyle geziyor. Biz Tomas’ın yeterince yersiz kaldığını hissederken film bitiyor.
Diğer incelemelerden farklı olarak burada direkt olarak ilişkilendirebildiğim bir konsept yok. Daha doğrusu var o da narsisizmin Fransız sinemasında kendine her zaman olduğu gibi yoğun bir yer bulduğu, ilişkisel karmaşaları güzel bir şekilde harmanlayan, arzularını dindiremeyen bir adamın mini macerası. Ama ben bu filmde Tomas’ın narsistliğini ve girdiği ilişkiler üzerinden farklı bağlanma stillerini konuşmak istemedim. Filmi bitirir bitirmez bu bölümü hazırlamayı istememin sebebi, ilk başta yüzeysel görülebilecek bu meselelerin arasından sızan bazı duygu ve durumları çok güzel anlatmasında. Suçluluk duymayan veya duyamayan Tomas, bizi, film boyunca sürekli ikircikli ve kararsız ama bir o kadar da manipülatif ve arzulu davranarak içsel olarak durmakta zorlanabileceğimiz bir yere götürüyor; insan arzusu için ne yapar? Birçok şey yapar ve bunların hepsinin farkında değildir insan. Belki her arzuyu bu kadar fark etmek de bilincimizin işine gelmiyordur. Ama bazı arzular vardır ki ne kadar karmaşık, dolambaçlı veya elde etmesi zor olsa da, ister istemez onların içine çekiliriz. Bu çekim bazen başkaları tarafından, bazen kader kısmet tarafından bazense ki işe bakın çoğu zaman da böyle olur kendimiz tarafından çok güzel hazırlanır bizim için.
Şimdi Tomas’ı burada bir örnek olarak alalım. Başarılı bir yönetmen kendisi, ki bu da oldukça yoğun bir yaratım veya sembolleştirme gücü var demek. Tavırları genelde üstten ve benbilirimci bir tınıda. Bir şekilde hep bir partnere ve sekse yani bir yakınlığa da ihtiyaç duyan biri. Hatta biraz ileri gidersek, istediği yakınlığı elde etmeden durmayan ve bunun için her şeyini ortaya koyan biri. Aslında ne çok zengin, ne çok yakışıklı ne de çok başarılı, ama Tomas çekildiği insanları etkilemek konusunda çok çok başarılı biri. Şimdi böyle biri neden yakınlığı arzular? Tomas’ın geçmişine dair bir fikrimiz olmasa da buradan çıkarabileceklerimizle ben birkaç tahminde bulunabilirim diye düşündüm. Öncelikle iç dünyası veya duygu-ilişki dünyası çok renkli ve dolu değil Tomasın. Tipik bir boşluk hissini doldurma ve onun üstesinden gelmek için nasıl bocaladığını da bu yüzden izliyoruz filmde. Boşluğu doldurmak içinse bir ilişkiden bir başkasından daha iyi ne olabilir ki! Bir diğer tahminimse, oldukça normal veya sıradan diyebileceğimiz insanları kendine çekme konusunda çok başarılı. Agethe ve Martin gerçekten onu dinlemeye, anlamaya, sevmeye ve onla olmaya çalışan insanlar. Onlar da çok iyiler ve tek kötü tomas da değil tabi ki. Bu iki karakterimiz de oldukça griler. En önemli farklarıysa iyi ve kötü olurken, Tomas’tan daha olgun, rahat ve sorumluluk sahibi olmalarında. Agethe çocuğunu aldırmak istemezken bunu yapıp, ileride tekrar bir ilişkide olabileceğinin sinyaliyle bunu hissettiriyor bize. Diğer yandan Martin ise bir hayat yaşamak istediğini ve Tomas ın burada olmasını istemediğini, ağlasa da istemese de sevse de bu kararı verdiği sahnede bize bunu aktarıyor. Evet, mükemmel değiller ancak sorumluluk sahibiler. Bir diğer noktaysa tomas’ın belki birçoğumuzun farklı eksenlerde farklı konularda yaşadığı veya yaşayabileceği bir farkındalığa, içindeki boşluğu bunlarla dolduramayacağının bir şekilde farkında olması. Yani ün başarı, farklı partnerler, aşık olma hali, Tomas ın içten içe hissettiği ve anlamlandıramadığı boşluk hissini geçiremeyecek. Onu görünmez kılmak için de başkalarıyla olan ilişkilerini kullanabilir nitekim öyle de yapıyor.
Boşluk çok geniş bir kelime ve konsept bence. Psikoloji dünyası için de bir fiil böyle olduğunu varsayabiliriz. Hatta yarı eleştirel olarak, psikolojinin bir bilim olarak varlığını, teorilerini ispatlamadaki tutku ve heyecanı, psikologların hep daha da bilimsel, daha da fazla yöntem ve şekille insan ruhsallığını anlama çabası da benzer bir boşluk doldurma hikayesi gibi değerlendirilebilir. Bir boşluk var ve bununla nasıl duracağız? Çok kilit bir soru bu bence. Ben de şahsen kendimle ilgili de, çalıştığım insanlarla, işimle, çevremle ilgili de her boşluğu fark ettiğimi veya her boşlukta durabildiğimi hiç zannetmiyorum. Fakat bu bazı boşluklarla durmayı öğrenemeyeceğimiz anlamına da gelmiyor. Nitekim psikanalizin, klinik psikolojinin ve farklı terapi ekollerinin temel gayesi de bu. İnsanların fark ettiği ancak anlamlandırmakta zorlandığı şeylere bir anlam bulma çabası. İçsel boşlukta daha rahat durabilme ve zarar vermeden görmeden yaşayabilme becerisini arttırmak.
Tomas da film boyunca aslında kendi arzusunu, isteklerini, yakınlık ihtiyacını, pişmanlığını, sorumluluğunu, suçluluğunu ve daha nicelerini anlamlandırmak için bu davranışları tekrarlıyor. Kendisi ve çevresi için de doğru veya iyi olanı yaptığını söyleyemeyiz ancak kendi olduğu için de Tomas ı ne kadar suçlayabiliriz? Evet kararsız ve açgözlü bir halde hem bir kadınla hem de bir erkekle olmayı istiyor. Biri olmadan diğeriyle hep bir yarım hissediyor. Freudçu bir dille anlatacak olursak eğer; hem bir anne rahmine hem de bir babanın penisine ihtiyaç duyuyor. Yani ne anneden yani onu besleyen, büyüten imgeden kopmak, ne de babasal, kollayan, sınır çizen, güçlü imgeden kopmak istemiyor. Üstüne üstlük bu davranışlarının sonuçlarından da kaçıyor. Yani ben burada neyi onayladım? Bunların hiçbirini değil tabi ki. Çünkü her arzunun bir sonucu var. Her kararın da bir sorumluluğu ve başka bir kararı almama gibi bir kaybı taşıması durumu var. Tomas bunlardan çook uzakta bir yerde duruyor. Bir çocuk veya ergen gibi hem her şeye sahip olmak hem de hiç bedel ödemek istemiyor. Bu modern dünyamızda hiçbir kimse tarafından onaylanmaması gereken bir şey belki de. Ancak Tomas arzusunu bu kadar tutan, takip eden biri olarak da beni oldukça etkiledi. Ve bu kısmın kıymetinden dolayı da kendisini azıcık da olsa övmemek, ona haksızlık etmek olur sanırım. Her arzu tatmin olmayabilir veya her tatmin için etrafımızdaki her şeyi yakıp yıkmamalıyız. Ama gözlemlerime ve tamamen bireysel fikrime dayanarak arzularımızı tutmakta da biraz daha rahat olmalıyız Tomas gibi.
Bir arzuyu tutmak veya sahiplenmek aslında onun orada olduğunu bilip, sevmesek, istemesek, yapmasak da bunu isteyen veya istemeyen bir tarafımız olduğunu kabul etmek kadar basit. Ama bir o kadar da zor. Şöyle bir örnek verebilirim sanırım; canınız yarın hiç işe/okula veya gideceğiniz yere gitmek istemiyor olabilir. Gitmemezlik de yapamazsınız. Ama gitmeyi istemek zorunda da değilsiniz. Bunu istemediğiniz, bundan mutlu olmadığınız veya hissettiğiniz duygunuzla durmak, arzuyu tam anlamıyla tatmin etmese de büyümesini de sanırım engelleyebilir bir şeye dönüşecektir. Bu her zaman veya her konuda da yapılabilir sürdürülebilir bir şey değil tabi ki. Ancak şöyle bir durup, kendi kendinize, tercihen terapistinizle bir seanstayken ama o olmasa da, tekrar tekrar yaşadığınız benzer durumları bir düşünün. Neyden kaçıyorsunuz veya nereye gitmeye çalışıyorsunuz bu tekrarla? Cevap bulmak için değil de, tekrara düşmemek için kendinize baktığınız, mesafe alabildiğiniz bir yerde durabilirseniz, zannediyorum ki Tomas kadar ortalığı dağıtmadan hayatınıza devam edebilirsiniz.
Bitirmeden de yine filmi izlerken aklıma gelen çok ufak bir çağrışımdan bahsetmek isterim. Melanie Klein’ın nesne ilişkileri teorisine göre, ilgilenenler ayrıntılara referanslardan ulaşabilir, bir insanın gelişiminin en önemli kısımlarından biri nesnenin özneden ayrılması ve iyi-kötü benliğin birleşimidir. Kendisi bunu depresif pozisyona geçiş olarak da adlandırır. Pasajlar özelinde kendisinin teorisinin aklıma gelmesinin bir diğer sebebi de bu teori okulundan olan Winnicott’un çöküş korkusu kavramı. O da kısaca deliliğin bile hiçbir şey olmamaktan daha iyi olduğu için ve ruhsal kaynakları bu kadar olduğu için bir insanın delirdiğini, bunun insanı çökmekten koruduğunu iddia ediyor. Bunu filmimize uyarlarsak eğer, Tomas hem kadın hem de erkek arzulayan benliklerini birleştirmeye çalıştı. Bu belki de bir diğerinin yoksunluğuna katlanamadığı içindi ama bu gelgitli hallerin sonucunda nesneler olmadan, iyisiyle de kötüsüyle de kendi kendine kaldı. Belki bütün bu davranışları benliğinde tetiklenen bir şeyin çöküşünü engellemek içindi. Bu çöküş korkusu o kadar ağır bastı ki, ancak nesnelere yani ilişkide olduğu insanlara saldırıp onları yok ederek kendisiyle durabileceği bir yere geldi. Poligamik ilişkiler ve spektrumda çeşit çeşit cinsellikler mevcut olsa da Tomas ne yazık ki tek kalpte üç kişi kalamadı. 2000’ler başından Pasajlar filmindeki Tomas’ın ruh halini anlatacak coverı yapmış Hepsi grubuna ve Üç kalp şarkılarına da buradan selam olsun.
Bütün bu çağrışımlarla, izleme zorluğu, konunun işlenişi, oyunculuklar gibi değerlendirirsem de sanırım puanım 6,8 gibi bir şey olur Pasajlar’a. Başta bahsedeceğim deyip az daha unutuyordum. Filmi geç izlememe neden olmuş olabilecek ve konuştuğumuz konuyla da paralel şey neydi? Sanıyorum bu filmin konusu bende doyumsuzluğa dair çok fazla önyargı oluşturdu ve bu nedenle de oldukça meraklandım. Çünkü romantik ilişki düzeyinde bunun nasıl işlenmiş olabileceği çok enteresan gelmişti. Bir yandan ertelememin sebebi de burada olacağını düşündüğüm, çiğ olgunlaşmamış bir mesele olduğunu sezinlememdendi. Ruhsal olarak olgunlaşamamış materyallere tabi ki denk geliyor veya çalışıyoruz ancak bir insanın cinselliği üzerinden ne kadar kendini, benliğini, arzularını olgunlaştıramadığını izlemek, seanslar dışında çok tercih edilemeyecek bir şey olsa gerek. En azından benim için sorumlu hissetmediğim yerde sınır çizmemle bu kadar ertelenebildi bu film. Ne olursa olsun da izledim. Yani kaçsak da bazı konular, meseleler, terapide de hayatımızda da ilişkimizde de bizi bir noktada bulacaktır. Kaçıyor olduğumuzu fark etmek ve gelince de onunla kalabilmek baş etmek için yapabileceğimiz en doğru şeyler sanırım.
Comentários