top of page
kaankabukcu

Sakın Bir Yalan Daha Söyleme! İnanırım... | Olağan Şüpheliler (The Usual Suspects)

Olağan Şüpheliler birçok eleştirmen ve sinemasever tarafından oldukça beğenilen bir film. Günümüze göre teknik anlamıyla eski bir havası olsa da kurgusu ve senaryosu ile aslında kendinden sonraki birçok yapımı etkilediğini de düşünüyorum. Karmaşık ama izlenebilir bir gerilim filmi yaratmak çok da basit bir iş değil. Özellikle de bunu çok ters köşe etmek gibi, dünya sinemasında klişe sayılabilecek bir yöntemle başarmak hiç basit değil gibi geliyor bana. Zaten belli bir film izleme sıklığından sonra bazı janraların daha az heyecanlı veya daha tahmin edilebilir hale gelmesi de buradaki özgünlüğü yakalamakla ilgili. Neyse konumuz bir filmden hareketle devasa sinema eleştirileri yapmak değil tabi ki!

Filmimizi özetleyecek olursak FBI’ın bir gemi yangını üzerine sağ kalan Verbal Kint’i soruşturmasıyla ve onun anlatısıyla geriye dönük olarak olayların anlatılmasıyla başlar. Verbal, aylar önce gerçekleşen bir kamyon hırsızlığında beraber çalıştığı keaton, mcmanus, fernster ve hockney ile bu süreç ve sonrasında yaşadıklarını anlatarak günümüzdeki patlama olayına kadar gelir. 5 kişilik ekip yaptıkları soygundan elde ettikleri zümrütleri satabilmek için Los Angeles’a kaçtıkları sırada Avukat Kobayashi ile yolları kesişir. Daha sonra beş karakterin de ünlü uyuşturcu baronu Keyser Söze’ye olan borçlarından dolayı şantajla bir işe zorlanırlar. Keyser Söze bu beşliden Macar mafyasına ait tahsilat yapacak bir gemiyi sabote etmelerini ve gemiyi içindeki uyuşturucularla yakmalarını ister. Bu planın risklerinin de farkında olarak beş kişinin yaptığı baskın sonucunda uyuşturucuları bulamadıklarını görürüz. Verbal Klint Keaton’ın ölümüne dair polisle beraber farklı ihtimaller yaratır. Kendisini de polisi de bizi de Keaton’ın keyser söze olduğuna inandırır polis memurunu. Verbal polis karakolundan çıkarken polis memuru Verbal’ın bütün olayı duvarda yazan kelimelerle uydurduğunu ve Keyser Sözenin ta kendisi olduğunu anlar, peşi sıra gemiden kurtulan bir kişinin tarifi üzerine çizilen ve Verbal ile uyuşan resmin karakola ulaştığını görürüz. Bütün bunlar olurken Verbal Kint veya gerçek adıyla keyser Söze polis karakolundan çıkar ve avukatı kobayashinin onu almasıyla oradan uzaklaşır. Film bu noktada biter.


Şimdi film bu nokta da bitse bile aslında başından son ana kadar çok tuhaf bir hisle bırakır bizi; Şüphe. Bir şeylerden şüphe duyarız Verbal’ın anlatısında ve hep tuhaf tutarsızlıklar veya çok uç uca bağlanan gerçekliklerle örülüdür bu anlatı. Yani sondaki hakikatin çıkışına kadar aslında verbal dan şüphe duysak da aklımızı hep karıştırır ve tam olarak kimin keyser söze olduğuna emin olamayız. Gaslighting ve manipülasyon dolu bu hikaye anlatısında biz de aslında izleyici olarak kapılıp gideriz Verbal ın yalanlarına. Bu bağlamda aslında karakter veya olay örgüsü üzerinden de konuşabileceğimiz işte şüphe duymak, grup dinamiği, liderlik, manipülasyon vs gbi konular olsa da ben yine bunlardan biraz uzaklaşarak bambaşka bir çağrışımımla devam etmek isterim.


İlk olarak bu filmi izlediğim her iki seferde de sonucunda ne olduğunu bilsem bile beni saran ve tutan bir şey vardı. Bu ne olabilir diye üzerine uzun uzun da düşündüm. Galiba Verbal Kint’te belki de bir terapist olarak inanmayı veya onun anlatısına ortak olarak görmeyi istediğim bir şey vardı. Filmdeki Verbal karakteri bende de izleyen birçok kişide olduğu gibi yoğun bir şüphe hissi uyandırdı ancak bir taraftan da şüpheye rağmen onu dinlemekten, yarattığı gerçekliğe girmekten de çok geri duramadım. Tabi bu bir film ve seans yapar gibi bir duruşla izlememe gerek yok. Nitekim öyle olmuyor da. Ancak üstüne düşündükçe sahte-gerçek ayrımına dair bir şeyler aklıma gelmeye başladı. Başından sonuna Verbal karakterinde hissettiğim tutarsızlık hissi bir sahtelik ve bir gerçeklik barındırıyordu. Tamamen güvenemeyeceğim veya inanamayacağım kadar sahte ve boşluklu bir anlatısı olmasına rağmen bu sahteliği kurduğu gerçekliği bulma ümidiyle de daha da derin bir şekilde tutunmaya çalıştım.


Böyle ele alınca da çok sevdiğim psikanaliz teorisyeni Winnicott’u anmadan edemem diye düşündüm. Nesne ilişkileri okulunun kurusucu Melanie Klein’ın bir takipçisi olan winnicott psikanaliz dünyasında hem çocuklarla yaptığı özgün çalışmalar hem de üzerlerine uzun uzun düşünülen yenilikçi ve basit anlatımlı yazılarıyla ünlü biri. Kendisi çocuk ve ergenlerle çalışmış ve çoğunlukla çocuk gelişimi, anne-çocuk ilişkisini konu alan makaleler yazsa da yazdıklarının her yaşa her patolojiye uyarlanabilir bir tarafı var. Winnicottun böyle uyarlanabilir teorilerinden biri de being-doing yani var olma-yapma olarak adlandırdığı ikili gelişim hali. Var olma çocuğun kendisi gibi olmasına izin verilmesi, benliğin dışarı çıkması ve kendini beslemesi için gerekli gördüğü bir haldir. Yapma ise çocuğun dış dünyayla etkileşime geçtiği, hareket ettiği ve eylemlerde bulunduğu durumu ifade eder. Winnicott bu iki tarafın bir dengesi olması gerektiği ve çocuğun birinden birine daha çok yaslanmadan daha dengeli bir gelişim izleyebileceğini söyler. Bu denge kurulamayınca da sahte kendiliğin oluştuğunu savunur. Winnicott, sağlıklı bir gelişim için gerçek kendiliğin ifade edilmesi gerektiğini vurgular. Birey, gerçek duygularını ve ihtiyaçlarını bastırmadan, kendisini olduğu gibi kabul ederek ve ifade ederek sağlıklı bir varoluşa ulaşabilir. Sahte kendilik, geçici bir savunma olarak işlev görebilir, ancak uzun vadede bireyin duygusal iyilik hali ve kimlik gelişimi için tehdit oluşturur. Bizim de bireyler olarak terapilerde, ilişkilerde, ailemizde ve kendi içimizde zaman zaman yüzleştiğimiz tarafımızdır bu aslında. Sahte gerçek kendiliklerimizin ikisine de farklı sebeplerden ihtiyaç duyabiliriz. Hepimiz de sahibizdir diye düşünüyorum. Ancak sahteye yaslandıkça gerçekten kopmak uzun vadede hiçbirimize iyi gelmeyecektir.


Olağan şüphelilerde de Verbal Kint’in sahteliği ve Keyser Söze nin gerçekliğini bu bağlam üstünden tartışabilirim gibi geldi. Filmde geçtiği gibi, Keyser söze her şeyini, ailesini feda ederek uyuşturucu dünyasında kendine yer edinmiş, acımasız, görünmeyen ama var olan çok güçlü biri. Verbal Kint ise topallığı, küçük işlere ortak olması, diğer her karakterin yanında daha ezik ve güçsüz duran ancak kafasının çalışmasıyla bu işlere girmiş biri gibi görünüyor. Bariz bir şekilde Verbal Kint sahte bir kendilik olsa da saatlerce veya günlerce sadece topal taklidi yapabilmek bile oldukça yorucu ve zor bir şey olsa gerek. Yalan hepimiz söylemişizdir bir sebepten ancak günlerce kendimize, etrafımıza, bedenimize ve varoluşumuza yalan söylemek ve yalanı bozmamak neredeyse imkansızdır. Keyser Söze nin herkese bu sahte kendiliğine hepimizi bu kadar inandırmasının en önemli nedeninin de bu olduğunu düşünüyorum. Her ne kadar bilinçli olarak bu personaya girse de bir yerden sonra o sahteliğin içerisinde kaybolmamak çok mümkün değildir. Zaten kendimize, yakınlarımıza söylediğimiz yalanlar veya doğrusunu söyleyememeler de bununla çok paralel bir yerde. Belki Keyser Söze gibi ilmek ilmek planlanmış bir kendilik değil yarattığımız ama hepimiz buna benzer bir şey yaratıyoruz diye düşünüyorum. Mesela bu aralar çok kitap okuyamıyorum vaktim yok yalanını bir şekilde kendimize, sorumlu olduğumuz derse, hocalara söylemişizdir. Peki gerçekten vaktimiz yok muydu yoksa biz vaktimiz olsun istemiyor muyduk? Bu kısmı kendi süreçlerim içinde her zaman gözetir ve önemserim. Bir şey var mı yok mu yoksa var olmamasına ve yok olmamasına mı uğraşıyoruz gibi sorularla zihnimin içinde anlatılanları düşünce daha görünür hale gelebiliyor içsel yaşantılar.


Peki biz film karakteri olmayan insanlar bunu minimal ama sık yapıyorken, Keyser Söze karakteri nasıl tamamen ayrı bir hayat yaşayacak kadar yoğun bir şekilde başarıyor bunu? Öncelikle hiç kimsenin bir diğer kimseye göre kıyaslanmaması gerektiğini düşünüyorum bu konuda. Her birimiz başkalarına benzer olsa da kendi iç dünyamızda çok biricik ve öznel tarafları olan canlılarız. Bazılarımız ufak kitap veya spor yalanlarıyla zaman zaman ama suçlu ama endişeli hissetmemek için kendini kandırıyor olabilir. Bu bir noktada doğal bile geliyor bana. Ama her birimizin geçmişinden, mizacından, ailesinden, yakın ilişkilerinden ve yaptığı seçimlerden doğan, farklı içsel meselelerimiz var. Bir kişi yaşadığı kaybı çok kolay atlatabiliyorken ki bu da terapist bir gözle soru işareti ama, bir diğer kişi bu kaybın yasını çok uzun süreler yaşayabiliyor. Bir kişi hayatında bir şeyleri değiştiremediğinden çok şikayet ediyor veya güçsüz hissediyorken, bir başka kişi hayatında hiç sabitlik olmadığı, her şey değiştiği için çok dağılmış ve köksüz hissedebilir. Her biri her zaman kendi zıttıyla beraber çok boyutlu olan duyguların daha spektrumda yaşantılanması da biraz buradan geliyor. Biraz sahte ve biraz gerçek hislerle yaşarız her şeyi ki işimize gelmediğinde bir sebepten bilinçdışı mekanizmalarla ondan kaçalım, ama bir yönüyle de hakikatini bilelim ve belirsizliğe düşmeyelim.


Hakikat ve belirsizlik deyince de aklıma gelen bir başka isimden çok kısa bahsetmek isterim. Bion, özellikle yaptığı grup çalışmaları, klein’ın kuramanı kişilerarası bir yönde geliştirmesi ve daha mistik kavramsallaştırmalarıyla ünlü bir psikanalist. Kendisinin hakikat-belirsizlik kavramları ve bunların ruhsallıktaki yer ve önemlerine dair birçok yazısı mevcut. Benim aklımaysa O kavramı geldi. Bildiğimiz düz harf olan O bir kavram olarak kullanılıyor. “O", yalnızca dolaylı olarak, zihinsel dönüşümler aracılığıyla anlaşılabilecek, deneyimin en temel hali olan, gerçekliğin özü, nihai gerçeklik veya mutlak hakikat gibi ifade ettiği bir kavram. Ancak, doğrudan bilinemediği ve algılanamadığı için sadece dönüşümler ve fenomenler yoluyla, yani dolaylı olarak anlaşılabilir. Bion’un teorisinde, "O", analizdeki gerçekliği ya da hakikati anlamak için çaba gösterilen bir süreçtir. Psikanalizde, analist ve hastanın ortak deneyimiyle şekillenen bu hakikat, doğrudan ifade edilemez; bunun yerine, duygu, düşünce ve sembolik ifadelerle dönüştürülerek anlaşılır. "O", aynı zamanda bilinçdışının bir temsili olarak da düşünülebilir ve "O"ya ulaşma çabası, psikanalizin en derin amaçlarından biridir Bion’a göre. Kabaca bir girişle tekrar Olağan Şüpheliler ve başrolümüzdeki Verbal Kint-Keyser Söze ye dönelim. Bioncu bir bakışla aslında O kişinin kendi hakikatini bulmaya çalışması ve araması süreci gibi de ele alınabilir. Filmde de aslında bir yönüyle izlediğimiz şey Keyser Söze nin Verbal Kint üzerinden yarattığı sahte kimlikten kendi hakikatine, gizliliğine, bilinmezliğine ve belirsizliğine geçişini izliyoruz. Sahte benliğinden hakiki benliğe geçişini de aslında çok basit isimsel uydurmalar, yüzeysel ve klasik bir mafya kurmacası ve normal üstü yalan söyleyebilen personasıyla birleştirerek Keyser Söze bize bionun O da aradığı şeyi nasıl bulabileceğimize dair de bir ipucu veriyor. Kurmaca bir benlik olan Verbal Kint o kadar yüzeysel ama o kadar etkili bir şekilde ele alınıyor ki kendisi tarafından, bu süreçteki sahteliklerle hepimizi hakikatten uzaklaştırıyor. Tam uzaklaşmakta okay olduğumuz, belki doğru olduğunu düşündüğümüz şeye yaklaştığımızdaysa hakikati gösteriyor ve Keyser Söze kimliği açığa çıkıyor. Bir noktada Olağan Şüpheliler bu kaygılarla yoğurulmuş bir yapım değil ve basit bir ifadeyle sıradan polisiye filmin renklendirilip özgünleştirilmiş bir hali. Ancak bu podcaste konu olabilecek kısmı biraz da bu sıradanlığın içerisinde, üstü kapalı olarak anlattığı bu karakter dönüşümü olabilir gibi geldi bana.


Hem sahtelikten gerçekliğe varmak için bir ruhsallık neler yapar, ne kadar yalan söyler, ne kadar ileri gidebiliri gösterip hem de hakiki benliğini bulunmaması için ne kadar sahteliğe sığınılabildiğini bize anlatıyor. Demin de bahsettiğim gibi biz de kendimizden kaçtığımız noktalarımız, hassasiyetlerimiz ve meselelerimizle yaşayıp giden insanlarız. Bazen daha sahte bazen daha gerçek taraflarımızla varız. Terapist bir açıdan zaten en kıymetli olan da bunları fark etmek ve anlamaya çalışmak diye düşünüyorum. Sahte olanı görüp anladıkça aslında onun da gerçekçi taraflarıyla kalabilmek kolaylaşır çünkü. Tabi bu söylemimin tam aksine tamamen kurmaca ve sahte bir benlikle nasıl kendimizi, kimliğimizi, varlığımızı, etkimizi silebileceğimizi de gösteriyor bu film. Ki bu suça karışmayan herkesler için çok gereksiz bir enerji israfı olacaktır. Keyser in bunu yapabilmesinin en önemli sebebi ise bence aslında, hakikatte ne olduğunu gayet iyi bilmesiyle alakalı gibi geliyor. Kendini oldukça iyi tanıyan, duygularını bilen gören birisi, tamamen olmasa da polisten kaçabilmek için bunları kullanma konusunda daha yetenekli olacaktır.


Her neyse lafı daha da uzatmak istemiyorum. 90lara göre yeterli sayılabilecek patlama efektleri, gerçeküstü düzeyde akıcı diyalog ve kurgusuyla film 7,3 puan alır benden. Bir yönümle şunu da ifade etmeden bu kapanış kısmını geçmek istemem. Başrol oyuncusunun sektördeki gücü ve konumunu kullanarak birçok kişiye karşı işlediği cinsel suçlardan dolayı adını anmadığımı ve performansına dair söylediklerimin de sadece ve sadece bu film özelindeki oyunculuğuyla alakalı olduğunu belirtmek isterim. Böyle birinin camiadan ve konumundan men edilmesinin yetmediği ve film iyi olsa da adının anılmayı hak etmediğini de vurgulamak isterim. İzlemeyenler için gayet keyifli bir film olacağını düşünüyorum. Ancak ikinciye izleyince ve filme dair bu çağrışımları çıkarmasam benim için çok da tekrar izlenesi bir film olmazdı. Ama izlemeyenlere tavsiye ederken, izlemişlerin tekrar bakmasına gerek olmadığını da belirtmek istedim.

0 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Freud Bağımlılığa Ne Derdi? | Trainspotting

Öncelikle filmi herkesin izlemiş olmasını ümit ederek, izlemediyse de bu bölümden sonra mutlaka izlemelerini önererek başlamak isterim....

Comments


bottom of page